Kızıl Goncalar üçüncü bölümde Cüneyd ile Zeynep’in ilk buluştukları sahneyi görüyoruz. Yemek götürme bahanesiyle Zeynep’i Cüneyd’in yanına gönderiyorlar. Cüneyd, yemek getiren Zeynep’e şu soruyu soruyor
Cüneyd: Akmayan çeşmeye çeşme denir mi?
Zeynep: Bir gün akar belki.
Cüneyd: Ya akmazsa?
Yemeğin zeytinyağlı olduğunu öğrenen Cüneyd;
Akanla akanmayan nerede birleşir, gör.
diyerek annesinin mezarına götürür.
Ölüm ile su benzetmesi
Ölüm ile suyun birlikte anılmasını Mevlana’da görüyoruz. Ayrıca akan su ile akmayan suyun birleşmesine işaret eden ifadeleri de görebiliyoruz.
Hz. Mevlânâ ölüm hadisesini de yine su metaforuyla anlatır. Ona göre ölüm aslında bir ab-ı hayattır. Fakat karanlıkta ve gizlenmiştir. Susuz kalmış bir kimsenin suya hasreti gibi insan ölüme yani ab-ı hayata hasret çekmeli ve onu aramalıdır. Sonsuz olan hayat nehrine ancak ölüm kapısından girilebilir. Bundan dolayı o büyük ırmağı görünce insan, elindeki ömür kâsesinin suyunu/ kısacık dünya hayatını nehre dökmeli ve o nehre koşmalıdır. Mevlânâ şöyle seslenir:
Adem Çatak, MEVLÂNÂ CELÂLEDDİN RÛMÎ’NİN MESNEVİ ADLI ESERİNDE SU METAFORU, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2015/4
“Herkesin bildiği ve ne olduğu hakkındaki fikirlerin birleştiği „ölüm‟ karanlıkta gizlenmiş âb-ı hayattır. Nilüfer çiçeği gibi git, bu hayat ırmağında yetiş, susuzluk hastalığına tutulmuş kişi gibi harîs ol, iştiha ile suyu, yani ölümü ara. Su, susuzluk hastasının ölümü olduğu halde o, su arar ve sabredemez, içer. Doğruyu, hakikati bilen ancak Allah‟tır. Sonsuz olan hayat nehrini görünce, kâsedeki suyu, yani şu fani ömrünü, nehre kat, su hiç nehirden kaçar mı? Kâsedeki su, nehir suyuna karışınca, orada kendi varlığından kurtulur da, nehir suyu olur. Böyle olunca, o kâsedeki suyun vasfı, sıfatı yok olur da, zâtı kalır, artık bundan sonra o ne eksilir, ne kirlenir, ne de kokar. Ben de ondan kaçtığım için pişmanım. Özrümü bildirmek için kendimi onun güzellik fidanına astım.” (III: 3907-16)
Cüneyd’in mezarlığa girerken okuduğu şiir
Cüneyd’in mezarlığa girerken okuduğu şiir Ömer Hayyam’a aittir.
Senden benden önce de vardı bu gün bu gece
Felek dönüp durmadaydı hep bu gördüğünce
Usulca bas toprağa, çünkü bastığın yer
Bir güzelin gözbebeğiydi beş on yıl önce.
Tabiatın ve insanın merkezi
Zeynep, Cüneyd’in annesine dua ettikten sonra toprağa daire ve yarıçap çizer. Cüneyd merak ederek ne olduğunu sorar. Zeynep şu yanıtı verir:
Tabiatta herşeyin, herkesin bir merkezi var. Belki burası da sizinkidir.
İslami düşünce sisteminde atomlardan gezegenlere dairesel hareketlerin varlığının kabulü ile tabiatın ve insanın merkezi olarak bir yere bağlı olduğu düşüncesi olagelmiş. Genel anlayışa göre bu merkez Kabe olduğu gibi bütün müslümanlar namaz kılarken buraya yönelmesiyle tüm dünyada dairesel bir şekil oluşturmaktadır. Tavaf da dairesel hareketliliğe bir temsil getirmektedir.
Muhyiddin İbn’ül-Arabi bu konuda Fütuhat’ında temel evren unsurlarını gösteren, kesişen daireler şeması çizmiş. Merkezinde “İlah-i Hazret” olan bu dairesel şemada hava-su-toprak-ateş, kudret-irade-ilim-hayat, heba-tabiat-akıl-nefis gibi dış daireler bulunmaktadır.
Genel olarak,Tanrının bilgisiyle, bir merkezden dağılma prensibiyle,yaratılışa işaret eden Sudûr nazariyesi, merkezden kaynaklı olarak teklikten (İlk Akıl) çokluğa (evren) doğru ilerleyen, dairesel simgeselliğe işaret etmektedir. Bu bağlamda daire, felsefi bir benzetme olarak varoluş ve yaratılışa, dolayısıyla kutsala işaret etmektedir.
https://doi.org/10.29135/std.937809
Ayrıca İbni Arabi, arap harflerinden de dairesel anlamlar çıkardığını görüyoruz.
İbn Arabî Arap harflerinden nûn (ن), sâd (ص) ve dâd (ض) gibi yarım daireye benzeyen harflerin şekillerinden birtakım anlamlar çıkarmaktadır. Örneğin o, nûn harfini şöyle yorumlar: “Nûn’un noktasında, dairenin yarısı olan ve aşağıdaki nûn’un şekli üzerinde akledilir rûhânî nûnun ilk delâleti vardır.” Bu ifadeden anlaşıldığı kadarıyla o, âlemi ‘akledilir’ ve ‘hissedilir’ olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Bu iki âlemden her biri yarım daireye benzetilmekte, bu iki âlem birleştiğinde tam bir daire oluşmaktadır. İbn Arabî nûn harfinin çanağını yarım daire olarak görmekte ve bu çanak alt taraftaki yarım daireye tekabül etmektedir. Buna göre nûn harfinin çanağı hissedilir âlemi sembolize etmekte, nûn’un noktası ise dairenin diğer yarısı olan ve görünmeyen akledilir âleme işaret etmektedir.
Tahir Uluç, İbn-i Arabi’de Mistik Sembolizm, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005
Zeynep, Suaviden öğrendiği ağırlık merkezi bilgisiyle medreseden aldığı bilgileri harmanlayıp yeni bir yorum getiriyor. Buna benzer bir çıkarımı da karakolda ifade için beklerken yapıyor. Suavi’nin verdiği geometri sorusunu çözerken mürşid hazretlerine ait olduğunu söylediği “sevap ağacının gölgesi bütün kainatı örtecek kadar büyüktür” sözünü referans alıyor.
Buradan Zeynep’in çözdüğü soruyu gelin birlikte çözelim. Aşağıdaki şekil bir kare, gri boyalı bölümün alanını soruyor. Daireler 90 derece olarak kare içerisinde yer aldığı için çeyrek dairedir ve yarıçapları 6 birimdir. Bir tane çeyrek dairenin
Buradan Zeynep’in çözdüğü soruyu gelin birlikte çözelim. Aşağıdaki şekil bir kare, gri boyalı bölümün alanını soruyor. Daireler 90 derece olarak kare içerisinde yer aldığı için çeyrek dairedir ve yarıçapları 6 birimdir.
Çeyrek dairenin alanı 𝝿.r2/4
r=6 birim ise, alan 9𝝿
olarak hesaplanır.
Bir yarıçap daha çizerek eşkenar üçgen ortaya çıkar ve köşedeki açının 60 derece olduğu görülür. Çeyrek daire alanından 60 derecelik daire alanını çıkarırsak gri boyalın bölümün alanını bulabiliriz.
60 derecelik daire alanı: 𝝿.r2/
6
r=6 birim ise alan 6𝝿
olarak bulunur.
Gri alan = Çeyrek alan – 60 derecelik alan
Gri alan = 9𝝿
– 6𝝿
= 3𝝿
Bir yanıt yazın